Towers Kimin?
Kayseri’nin dar sokaklarında yürürken, gözlerim bazen dışarıdaki manzarada kayboluyor. Yağmurlu bir kış günü, ellerimde bir fincan kahve, zihnimde bin bir düşünceyle eve doğru yürüyordum. Her adımımda, geçmişimden silinmeyen anılar birer birer belirmeye başlıyordu. Bir süre önce, hayatımda yer eden, ama bir türlü anlayamadığım bir soruyla karşı karşıya kalmıştım: Towers kimin?
Bu soru, her şeyin başladığı andan beri kafamın içinde yankı yapıyordu.
Bir Mesaj, Bir İsim
Bir gece, bir arkadaşımın mesajı geldi. Kısacık ama anlamı derin bir cümle: “Towers kimin?” Kendi içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Adını duymadığım birini neden soruyordu? Hemen bir araştırma yaptım, ama bulamadım. “Towers” bir yer, bir kişi ya da belki sadece bir takma ad mıydı? Yavaşça sarmaya başlayan merak, beni o an sanki boğazıma kadar içine çekmişti.
O an hissettiğim duyguyu kelimelere dökmek zor. Bir yandan kaybolmuş hissettim, çünkü bu soru beni bir yerlere götürecekti, ama nereye? Bir şeylere cevap ararken, belki de asıl soruyu, içimdeki boşluğu çözmeye çalışıyordum. Zihnimdeki karmaşa ve kalbimdeki huzursuzluk bir araya geldi. O yüzden her an bir şeyin peşinden koşuyormuşum gibi hissettim.
Kaybolan Zaman
Ertesi gün, aynı sokakta yürürken, bu sefer her şey farklıydı. Aynı kafede oturup her gün sabah kahvemi içerken, gözlerim bir an birine takıldı. O kişi, uzun boylu, gözleri derin ve anlamlı bakışlarla çevresine bakıyordu. Herkes gibi sıradan değildi. Evet, işte oradaydı… Bu kadar basit bir şekilde, “Towers kimin?” sorusunun cevabı gözlerimin önündeydi. Her şeyin içinde, o kişi vardı.
Ama işte sorun da tam burada başlıyordu. O anda, kalbimde bir kıvılcım yandı. Evet, o kişi birini çağırıyordu, ama kimin olduğunu, neye niyet ettiğini hala çözemedim. O kadar fazla düşünce ve duygu geçiyordu ki aklımdan, ama tek bildiğim bir şey vardı: Artık bu sorunun cevabını öğrenmek istiyordum. Kaybolan zaman, bana başka bir dünyayı hatırlatıyordu.
O An
Bir akşam, yağan karın altında yürürken, telefonum çaldı. O an, içimdeki bütün duygularla yüzleşiyordum. Kimseyi suçlayamıyordum, sadece bir adım daha atmak gerekiyordu. Bir cevap, bir yol, bir çıkış. Karşımdaki kişi, o soruyu bir kez daha sordu: “Towers kimin?” Ama bu defa cevap beklemiyordu. Çünkü asıl soru cevabını bulmuştu, ama ben hala o cevabı arıyordum.
İçim burkulmuştu. Çünkü hayatımda her şeyin normal olduğunu düşündüğüm bir dönemde, aslında her şey çok farklıydı. Bir isim, bir soru, bir an… Ama ne yazık ki bu soruya hâlâ yanıt bulamıyordum. O sorunun içinde kaybolmuş, kafamda sonsuz sorularla devam ediyordum. Her adımda bir parça daha kaybolduğumu hissediyordum.
Bir Cevap Yoktu, Ama Bir An Vardı
Kayseri’nin karanlık sokaklarında, sadece düşünceleriyle baş başa kalan bir genç gibi hissediyordum. Her şeyin, her şeyin o anı çözmesi gerektiğini düşündüm. “Towers kimin?” diye soran biri değil, bu soruya kafa yoran bir ben oldum. Hayat, zaman, sorular, cevaplar… Sonunda şunu fark ettim: Bazen bir şeyin cevabı yoktur. Ve belki de bu, cevapsız bir soruyla başlamak, daha derin bir anlam taşır. Bu soruya takılmak, daha çok anlam bulmaya başlamaktı.
O anı anlamak… Ne demekti? Sorunun cevabı belki de, bir isimde değil, sadece o anın içinde gizliydi. O soruyu soran herkes, bir anlamda bir şeyleri kaybetmişti. Ama ben, kaybolan o şeyi bulmaya çalışıyordum.
Bir Hayal Kırıklığı ve Umut
Towers kimin? Bu soruya takıldığımda, tüm duygularım bir araya geldi. Kafamda kaybolan sorular ve belirsizlikle yüzleşmek zorundaydım. Ancak en sonunda, her şeyin neden olduğunu anlamadım. Bazen, bazen soruların cevapsız kalması, insanı daha fazla düşünmeye sevk eder. Bir hayal kırıklığı, bir umut ışığıyla birleşti.
Belki de her şeyin en güzel yanı, cevapsız kalmasındadır. Ve o an, ben de cevapsız kalmayı öğrendim. Çünkü bazı sorular, sadece doğru zaman geldiğinde yanıtını bulur.